Fırtına diniyor.
Ne zaman geri dönsem, fırtına şiddetini kaybediyor.
Susuyor, uğuldamıyor.
Benden öncesi; toz toprak.
Göz gözü görmüyor.
Ama ben gelince, pür-u pak, pırıl pırıl gökyüzü.
Nicedir yürümüyorum bu sokaklarda.
Adımlarım yorgun ve yabancı.
Hani mümkün olsa, kafamı kaldırmayacağım yattığım yerden.
Bedenim uyuşana dek yatacağım sessizce.
Mümkün olsa, kımıldamayacağım bir kere bile yerimden.
Gözlerim uyuşana dek açmayacağım onları.
En çok, görmek istemediklerim yoruyor beni çünkü.
Bu fırtınada kaybolmam lazım.
Ancak böyle dinlenebilirim belki.
Kafamı toprağın altına gömmek istiyorum.
Tıpkı bir deve kuşu gibi.
Ne arıyor toprağın altında o sanki?
Belki kafasının içindeki kurtlanmış fikirler, artık daha fazla yormasın diye ruhunu, kendinden bile uzak tutmaya çalışıyordur kendini.
Koparıp atamadıkça ne işe yarar ki köküne kadar sana ait olan bir şeyi yok saymak?
Etraf yemyeşil.
İlkbaharın sakil oyunları.
Beynimdeki şu anlamsız gürültü de olmasa, inanacağım sahiden yaşamın şükredilesi bir şey olduğuna.
Ama ben, içimdeki diğer ben, susmak bilmiyor tek bir saniye.
Ve bu şey benim için o kadar olağan ki, farkında bile değilim yanımdan akıp giden şeylerin.
Bir nehir gibi -bazen bir çağlayan- geçip gidiyor, uzansam dokunacağım sanki ihtiyacım olan şeye.
O serin, durmak bilmez, eşsiz akıcılığa...
Kendimi kaptırıp gideceğim sanki.
Bir daha hiçbir zaman karamsarlığa düşmemek üzere.
Sonsuza dek beklentili ve umutlu kalacakmış gibi.
Yaşam akıyor.
Ancak ben bir yerlerde, başka birşeylerde takılıp kalmışım.
Ne sahiden gülümsüyor, ne sahiden seviniyorum.
Anlam veremiyorum.
Sanki bahçeye inmiş, kapının önünde oyun oynuyorum.
Birazdan, hava kararınca, annem seslenecek mutfak balkonundan:
Hadi artık eve gel!
Dönmek istemiyorum ki ben.
Sonsuza dek, bu kaldırım taşının üstünde oturup, yoldan geçen insanlara, arabalara bakabilirim.
Yaşlı amcaların ellerindeki poşetlerin içine, genç adamların kollarına girmiş kadınların yüzlerine bakabilirim.
Nasıl da aceleci adımlarla yürüdüklerini seyredebilirim.
Sonsuza dek, hiç bitmeyecek bir öykünün ilk cümlesini düşünebilirim.
Asla yazılmayacak, bu nedenle de asla okunmayacak olan.
Yeniden çocuk olabilirim.
Ya da aslında zaten hiç büyümemiş gibi, hep çocuk kalabilirim.
Defterlerimi toplarım masadan, sofrayı kuracağı için annem.
Odasında örgüsünü örmekte olan babaannemin yanına uğrar, ona "kolay gelsin" derim.
Sonra bir gün, o karanlık evde, aslında hiçbir yerden gelmeyen anlamsız seslerle başbaşa kalabilirim.
Ağlayabilirim sabahları uyanır uyanmaz.
Gidecek hiçbir yer, yapacak hiçbir iş olmayabilir sahiden.
Öyle amaçsız ve vasıfsız bir başıboşlukla geçirebilirim günleri.
Yaşam akabilir.
Seneler, yaşıma yaş katabilir.
Büyütebilir beni zamanın yaşlı elleri.
Ya da sürüklenebilirim hep aynı şeyi yaparak, günlerin, ayların, yılların peşinden.
Hiçbir sorumluluk yüklemeyebilir bana hayat, ama bilirim, tek başıma bırakılacağımı bir gün sonunda.
Kaybolarak bulabilirim bir şeyleri.
Yitirerek kazanabilirim.
Aynı cümleleri kurarak, ayakta kalabilirim.
Aynı şeyleri yazarak, saplanabilirim çürütülmez bir düşünceye...
Geldiğim yer, böyle değil, dizlerinde yara kabukları olan sevgisiz çocuklar koştururdu sokaklarında.
Geldiğim yer, böyle değil, karnı tok kediler duvar tepelerinde dolanır, saatini tutar gibi toplaşırlardı balkon altlarında.
Geldiğim yer, ham incir kokardı, çeşmede elini yüzünü yıkardı ağaçtan inen yaramaz çocuklar.
Asma yaprağı toplardı kadınlar, gül dallarına çaput bağlardı komşu teyzeler.
Yere seksek çizerdi o kadınların kızları, evden ekmek arası peynir getirirlerdi yanlarında.
Kocaman bir şeftaliyi suları çenelerinden aka aka ısırırlardı, anneleri pazardan yeni dönmüş çocuklar.
Geldiğim yer böyle değildi.
Geldiğim yer çocuktu, hep çocuk kalacaktı.
Büyütmeyecekti çocukları, çocuk kalanları.
Ama tek büyümeyen ben kaldım sanırım.
Fırtınasında kaybolmayan yalnız ben.
Çocukluğuna dair hiçbir şeyi terk etmeyen, bu yüzden çok acı çeken bir tek ben.
Belki de sen.
Benim asıl anlatmak istediğim belki de yalnız sen.
bir meyveyi dalından koparıp yiyebilme şansına sahip olmuş tüm çocuklara...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder