27.4.17

bazen tek bir cümle yetiyor başlamaya. bir bulsam nasıl başlayacağımı anlatmaya, sökülüverecek sonrası. neler neler var anlatmak istediğim. ne çok kadının gölgesi, ne çok adamın eli. altından geçip gittiğim ağaç dalları, basmamaya çalıştığım kırık kaldırım taşları. ve daha neler. hepsi tek bir başlangıç cümlesine muhtaç. onlar akmak için bir cümleye, ben anlatmak için hepsine muhtaç.

(seni son görüşüm, sana son dokunuşum 14.11.2015. aradan geçen onca zaman. ne görüştük ne de konuştuk. bugün 1.5 yıl aradan sonra çıktın karşıma. sen artık evli. ben eski. ve bu hikaye çokça arabesk.)

"bu bir, uçurtmanın kaçışı,
belki de değil.
bilmem...
gökyüzünde aramak,
doğru da değil."




23.3.16

düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum.
daha fazla ne kadar zulmedebilirim kendime bilmiyorum.
daha ne kadar devam edebilirim bu ışıksız mutsuzluğa.
küçücük şeylerden mutlu olan biriyim ben oysa ki.
mesela gün batımında gözlerimi kapatır hayal kurarım.
kötü biri değilim ki ben.
kötü biri olsam nasıl hayal kurayım.
sadece yanlış zamanlarda yanlış adımlarla yanlış insanlara yürüyorum.
hepsi bu.
mesela ben yağmur yağarken başımı önüme eğmem, yüzümü gökyüzüne kaldırır, o minik damlaları etimde hissederim.
ben romantik biriyim aslında.
romantik ve bazen fazla sıkıcı.
ama her biriniz kadar öldürücü değil.
düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum, bu yüzden düşünmemeye çalışıyorum.
bir türlü aklımdan atamıyorum.
yoluma devam edemiyorum.
tesiri ne zaman bitecek, ruhum ne zaman arınacak bu aşağılanıştan.
kendimi sevmeye ne zaman başlayacağım, kendimi gerçekten önemsemeye...
sanırım mazlumluk işime de geliyor biraz.
beni besleyen bir şey olduğunun farkındayım çünkü.
hayatımın en verimli senelerinden biriydi 2015; aşık olmanın, sevmenin, sevip de sevilmemenin, bu arabesk tavrın içinde kıvranırken, aşkımdan inim inim inlerken, yazdığım, konuştuğum, ürettiğim her şey hayatımın en samimi çıktıları belki de.
belki böyle olmaktan memnunum, mutluyum.
belki mutsuzluğumla mutluyum.
kendimi otuz yıldır anlamaya, kavramaya çalışıyorum.
çabalıyorum.
başaramadım halen.
umarım, çok yakında, bunu başarmış ve bunca zamandır birikmiş tüm enkazı küçücük, önemsiz bir çabayla ortadan kaldırmış olurum.



~ Ne kadar uzun ve karmaşıksa da, her yazgı gerçekte bir tek an içerir; insanın kim olduğunu anladığı an. ~












ben senin benimle izlanda'ya gidebilme ihtimalini sevdim

i know you'll be a star in somebody else's sky, but why can't it be mine?




17.3.16

ritual spirit ~


herhangi biri olmak için, herkes gibi olmaya çalışıyorum. bizleri, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz sınavlardan sorumlu tutan adamlar var. çırılçıplak geldiğimiz dünyayı, kara örtülerin altına alma mecburiyeti var. olanı olmayan, olmayanı da olan gibi gösterme çabası var. oysa ne bahçemiz var ne derecek bir dal çiçeğimiz. yoklukta yok olan yokluklardanız. yokluklardayız.

kapımın önünde bir basamak sadece. çıksan, girivereceksin içeri; beni bütünleyecek bir parçayı beraberinde getireceksin. en beklenensin.

yapraklarımı koparıp atsan, kokumu duysan, kokunla kalsam yanıbaşında. bir parça su versen, bir tatlı söz seslensen, nasıl dönüverecek gövdem yüzüne, öyle böyle değil. avuç içine dökülsem, parmaklarının arasında dursam, hiç sıkmasan, hiç bırakmasan. emin olsam, öyle emin olsam, beni kurutup saklayacağından.

seni nasıl sevdiğimi nasıl söylesem sana.

seni sevdiğimi söylesem sana.

yola ne zaman çıktığımı anlatsam. ta nerelerde başladığımı. duyduklarına şaşırmanı istesem, şaşırsan. anahtarı bir kenara koysan, açılacak tek bir kapı kalmasa sana dair, bana dair. biz öyle içten, öyle olduğumuz gibi, biz öyle kendi halimizde açılsak. sana açsam içimi. sus durduğum onca ayın acısına. durmaksızın açılsam, konuşsam. susmamak için sana geldim artık, durmamı isteme zaten. dönsem, yaraların varsa açsan, göstersen. yaralarımla onarsam, yaralarımla keşke dalga geçmesen. aylar önce yazılmış birkaç satırın hatırına koynuna alsan. üstümde ışıldayan gölgenle vurulsam, beni odanın tavanındaki kör bir noktaya bağlasan. göz diksen, yaralarına yama diksem, dilimle ıslatsam kabuğunu. sökülsem, rahmimden düşen parçalar gibi, yüzüne dökülsem, saçlarımı ıslatsa terin. ispatlamaya çalıştığım şeylerin aslında ispatlanacak bir tarafı olmadığını göstersen. dönsem, yaraların varsa açsan, döksen. etime kemik, kemiğime ilik, kan, kas olsan. kadının olsam. yatağına düşen saç olsam, çarşafa bulaşan olsam. kedin olsam, ufak mırıltılarla eline ayağına boynuna dolansam. bileklerimden tutup dayasan, yastığına yüz vursam. 

sevsem.

seni sevdiğimi söylesem.

sana seni sevdiğimi söylesem.

sevdiğimi söylesem seni.

bütün orospuluğumla içine sızsam. elim tetikte, çekip başından vursam. paramparça dağılıp giden beyninin yanıbaşında bir sonsuz döngüye tıkılsam. 

keşke yalnız bunun için yaşasam.

keşke yalnız bunun için ölsem.

keşke beni biraz sevsen.

sevdiğin gibi başka orospuları.

eren.

seni unutamıyorum.

seni unutup da sayfayı çeviremiyorum.

seni düşünüp, bütün defteri yakıp yıkıyorum.

senin bana ihtiyacın yok ama benim sana ihtiyacım var.

senden nefret ediyorum.

sana ölesiye aşığım.

öl. ne olur öl. ne olur mutlu olma. 

NE OLUR MUTLU OLMA.

ÇÜNKÜ BEN ÇOK MUTSUZUM LANET OLSUN!


(Massive Attack - Ritual Spirit)

16.3.16

MY MISTAKES WERE MADE FOR YOU

KENDİMDEN NEFRET EDİYORUM.
BUNUN OLMASINDAN NEFRET EDİYORUM.
BUNA FIRSAT VERMEMDEN NEFRET EDİYORUM.
BU DİRAYETSİZ DURUŞ, BU ŞUURSUZ DAVRANIŞ, BU ÖNGÖRÜSÜZ ATILAN ADIMLAR, HEPSİNDEN NEFRET EDİYORUM.
BU KÖTÜ OLUŞ, BU "BANA YAPILMASINI İSTEMEDİĞİM ŞEYİ BAŞKASINA YAPIYOR OLUŞUM", BU GÜNLERCE GECELERCE SÜREN AĞLAYIŞ, YAKARIŞ, TUTUNACAK SEBEP ARAYIŞ.
BENİ BİR ARAYA GETİREN HER BİR PARÇADAN NEFRET EDİYORUM.
BEDENİMİ, ZİHNİMİ BİR ARADA TUTAN HER ŞEYDEN.
BENİ VAR EDEN HATALARDAN, ALDIĞIM KARARLARDAN, BİR KISMINI UYGULADIĞIM HATALARDAN, UYGULADIKLARIMIN ARDINDAN GELEN PİŞMANLIKTAN, YAŞADIĞIM, YAŞAMADIĞIM, YAŞAMAK ÜZERE OLDUĞUM HER ŞEYDEN NEFRET EDİYORUM.
ÇÜNKÜ BUNDAN ZEVK ALIYORUM.
ACI ÇEKMEKTEN ZEVK ALIYORUM.
MUTLULUK, MUTLU OLMAK, MUTLU HİSSETMEK, HER NE ZIKKIMSA, BUNLAR BENİ BESLEYEN ŞEYLER DEĞİL.
BENİ BESLEYEN ŞEY, ACIM.
KULLUĞUM, KÖLELİĞİM.
BENİ BESLEYEN ŞEY, IZDIRABIM.
KENDİ KENDİME YAŞATTIĞIM YA DA DIŞARIDAN BAŞKA SEBEPLERLE YAŞADIĞIM.
ACI ÇEKMEKTEN ZEVK ALIYORUM.
AŞIK OLUP, AŞKIMDAN ÖLÜP BİTMEKTEN, AŞKIMDAN KUDURMAKTAN ZEVK ALIYORUM.
BENİ TATMİN EDEN ŞEY BU.
BU KADAR BASİT İŞTE.
AŞIK OLMAK VE ACIMDAN ÖLMEK İSTİYORUM.
ÇÜNKÜ BEN BUNU HAK EDİYORUM.
LANET OLSUN Kİ GERÇEKTEN BUNU HAK EDİYORUM.


24.12.15


Nereden başladığımı düşündükçe gülesim geliyor. Vardığım yerde ise ağlamak.
Neydi, ne oldu. Nasıl oldu, nasıl geldik buralara. Bana bir sorsanız, anlatacak neler var. Öyle çok şey var. Öyle çok az.
Doğdum, yürüdüm, büyüdüm, düştüm, öldüm.
Hikayesi bu kadar.
Küçüktüm, ufacıktım.
Onu bir hiçlikten doğurdum.
Ben, tek başıma, kimsenin tesiri ve baskısı altında kalmadan.
Tesiri altında kalmış olabilirim belki biraz.
2015'in bitmesine 1 hafta var.
Benim için değişim ve dönüşümler içeren bir seneydi.
Yirmi kilo verdim, saçımın bir tarafını kazıttım, diğer tarafını koyu yeşile boyattım. Beni sabah görür görmez mesaj atmıştı. "Çok güzel olmuşsun."
Onu en son 14 Kasım'da gördüm. Beni görür görmez söylemişti. "Çok güzel olmuşsun."
Oldum.
Çok güzel oldum.
Çok çirkin de.
Olmayan onlarca şeyin içinde, ben bir şeyler oldum.
Çokça kendimle bozuştum.
Fark etmeden ve ona da fark ettirmeden, bir şeyler oldum.
Belki fark etmiştir, bilmiyorum. Hiç bilmeyeceğim.
5 farklı ülke gezdim. 5'inde de onu düşündüm.
Onunla yanyana yürüdüğümüzü düşündüm.
Yazık.
Son sayfasına geldiğim bir defter var gibi şimdi önümde.
Yazmaya da kıyamıyorum, yazmaktan da kendimi alıkoyamıyorum.
Oturup düşünmeye halim yok.
Öncesi, sonrası yok. Artık geride hepsi.
"Şimdi" var yalnız.
Yaşamakta olduğum.
2015'in başında başlayıp, sonunda sona eren.
Eren.
Bir garip serüven.
Ne güzel, güzel olmak.
Ne güzel, güzel hissetmek.
Ne güzel şey sevmek.
Kime anlattıysam nasıl deli gibi sevdiğimi, hatta aşık olduğuma inananlar, "öyle şanslısın ki" dediler.
Kimse ne benim, ne hissettiklerim, ne de onun hakkında kötü bir söz söyledi.
Bilirlerdi, nasıl iyi insanlar olduğumuzu çünkü.
Çünkü iyi insanlar iyi insanlarla karşılaşırdı elbet.
Ve iyi, güzel şeyler yaşamalıydı iyi insanlar.
Bizim yaşayacağımız güzel şeyler bir biçilmemiş demek ki.
Sen ayrı, ben ayrı.
Seninki ayrı, benimki ayrı.
Güzel şeyler yaşanacak. Ama ayrı.
Birleşir diye umuyordum bu parmaklar. Ya kenetlenirdi hiç çözülmemek üzere ya da böyle, şimdiki gibi, asla değmeyecekti zaten birbirine.
Ama kendimi öyle iyi hissettiğim günler, gündüzler, ama aslında öyle geceler oldu ki.
Kanatlanırım sandığım geceler.
"Uçabilirim ben de, ne var ki" dediğim geceler.
Eğildiğim, dokunduğum, doğrulduğum, büküldüğüm geceler.
Sanırım çocukça ama anımsadıkça gülümsetecek geceler.
Yanında iyi hissetmek, seni orada ayakta dikilirken ya da bir masanın başında, önündeki işle meşgul olurken görmek, gördüklerimden heyecanlanmak, seninle konuşmak, sesinle konuşmak, bazen görmez gibi davranmak -hayır, bazen değil, hep öyle-, gördükçe suskunlaşmak, başımı önüme eğip gitmek.
Şimdi bunları hatırladım yine, ama bu sefer ağlamaksız.
Çünkü artık suyun içinde yüzmekte, yangından arta kalan son parçalar.
Çünkü artık öyle çok üzülecek şey var ki buraya, bu ülkeye, bu ülkenin insanlarına dair.
Senin için üzüleceğim diye kendimden utanıyorum.
Biz burada, küçük insanların küçük meseleleri.
Ama ülkenin başka bir köşesinde küçücük insanların -çocukların!- büyük meseleleri.
Kapısının önüne dahi çıkamayan, sokağında vurulan, ölen, annesinden babasından kardeşinden eşinden evladından koparılan insanlar...
Doğup büyüdüğü şehir, toprak talan edilen...
Kaderine terk edilen...
Bunları görüp duyarken, geldiğim noktadan geriye dönüp bakınca utanç içinde kıvranıyorum.
2015'i utanç içinde kapatıyorum.
İnsanlığımdan utanarak.
Sana dair düşlediklerimin gerçekleşmemesinden ötürü kurduğum ısrardan utanarak.
Aşağıdaki şeyi aylar önce yazdım. Sana gönderecektim. "Tamam, hazırım artık" dediğim bir anda. Öyle bir an olmadı. Bekledim, gelir diye. Gelmedi. Yazarken de o an'ın hiç gelmeyeceğini biliyordum aslında.
Hayat çok garip.
Bu yüzden bu serüvenin ismi de garip.
Güle güle 2015.
Elveda Eren.

* * *

Sevgili Eren,
Daha önce de dediğim gibi yaptıklarımdan değil, yapmadıklarımdan ötürü pişmanlık duydum ben hep. Bu yüzden sana bunu, daha sonra pişmanlık duymamak adına yazıyorum. Umarım beni doğru ve eksiksiz anlarsın.
Sana anlatacaklarım tamamen içten, hiçbir kötü niyet içermeyen ve hiçbir karşılık beklemeyen, herhangi biri için de alelade şeyler esasen. Belki senin için fevkalade kıymetlidir; bunu birkaç satıra sığdırmaya çalıştığım için peşinen özür dilerim. Bunu aylar evvel yapmalıydım, bunun için de kendimden özür diliyorum. Bu süreçte kişisel evrimimin eksik kalan sürecini tamamlamış da olabilirim; çıkardığım sonuçlar, kıssadan hisseler, vs. gayet öğreticiydi çünkü. İyi bir öğrenci değildim ama bu dersin nihayetine erişebilmek de güzel. Esasen kendimden hiç umutlu değildim. insanın kendine güvenmediği durumlarda 'kaçıp gitme' reaksiyonu göstermesi olağan. Ben de her şeyi olduğu gibi bırakır, kaçıp giderim sanıyordum. Ama öte yandan otuz yaşına gelmiş bir kadının da artık bir şeyleri farklı yapması gerekiyor. Bu yazdıklarımı karşına geçip konuşarak anlatmak isterdim ama otuz yaşına gelmiş bu kadın bu kadarını yapabiliyor. Kaçıp gitmeyişim de kişisel tarihim açısından bir devrimdir, bunu da bilmeni isterim. 
Bu bilmemkaç gündür deneyimlediğim, hissettiğim, yaşamak zorunda olduğum şeyin-şeylerin zaman mefhumu içerisinde hiçbir karşılığı-telafisi yok. Geçen günleri heba ettiğim için pişmanım. Ama şimdi burada bunu bile yapmıyor olsaydım eğer, daha beter bir pişmanlık duyacaktım sonra. Öte yandan dünya zaten boktan bir yer. Susmak ya da hareketsiz kalmak için fazla zamanımız da yok. Senin arkadaşlığına, tanıdığım tüm insanlar içindeki apayrı konumuna duyduğum aşırı hassasiyetten hep suskun ve hareketsiz kaldım. Sanırım gidişin, bu suskunluğa artık bir son vermem için beklediğim işaretti. Çünkü bunları sana o şartlar altında anlatamazdım. 
Sen çok iyi birisin. Çok iyi bir arkadaşsın. Yani seni tanıdığım kadarıyla hakkında böyle güzel cümleler kuracağım bir insansın. Belki yanılıyorumdur bilmiyorum, nedense bundan şüphe duymak istemiyorum. Senden ricam, bunları okuduktan sonra bir şey yapmaman. Benim bunları artık anlatmam gerekiyordu. Karşılığı ya da verilmesi gereken bir yanıtı yok. Bana sözle ya da davranışla vermeye çalışacağın her yanıt açık bir yarayı deşmekten başka bir halta yaramayacak. Bu haliyle hatırlamak istiyorum her şeyi. Aylarca söylenmeyi beklemiş ve en sonunda söylenmiş cümleler. Karşısına ne koysan, insanı üzer zaten.
Seninle görüştüğümüz bir akşam eve dönerken, senin yanındayken nasıl başka bir şeye dönüştüğümü fark ettim. Salak gibi sırıtan bir yüz, konuşacağı kelimeleri dikkatle seçen bir ağız ve olur olmaz yerlerde dalıp giden gözler. Tipik semptomlar işte. Kendimi öyle bulmanın canımı acıttığını söyleyebilirim. Önce bir süre inkar etmeye çalıştım. Şaşkınlıkla 'bu nasıl olabilir' diye düşündüm. Bu hissettiklerimden emin miyim diye kendime defalarca sordum. Ama verdiğim yanıt hep aynı kaldı. Kendimden emindim. Hissettiklerimden emindim. Senin nasıl iyi bir insan olduğundan emindim. Böyleleri de varmış yeryüzünde diye diye dolaştım bir süre ortalıkta. Kimseye anlatmadım, en kötüsü de buydu sanırım. Hiçbir şey yokmuş gibi davranmak. Sonra bir süre kendimden nefret ettim. Bu duygunun içimde barınmasına izin vererek iyi bir arkadaşa ihanet ediyormuşum gibi hissettim. Seni aslında suistimal ettiğimi düşündüm. Bunu kendime yakıştıramadım. (ne saçma) Aramızdaki diyaloğu zedeleyecek ve geri dönüşü olmayan bu tekil hissiyata pek çok kez son vermek istedim. Gel gör ki yapamadım. Ve nihai manzara bu işte. Bu andan itibaren hakkımda ne düşünürsün bilmem, ki bunu şu saatten sonra zerre umursamıyorum. Sana anlatmak için çok geç kaldım çünkü aylarca bunu umursayarak vakit kaybettim. 'Hayır, yapmamalıyım' dedim. Kafandaki Aslı'ya zarar vermek istemedim. Belki kafandaki Aslı zaten zararlıydı, bilemiyorum.
Hep iyi bir insan olmaya gayret ettim. Aman kimseyi kırmayayım, aman yanlış anlaşılmayayım, aman insanlar hakkımda iyi şeyler düşünsünler vs derken, yaşadığım şeyin bana ait olduğunu unuttum, bir başkasınınmış gibi davranmaktan yoruldum. Kendime hep dışarıdan, başkasının gözleriyle bakmaktan yoruldum. Ama sana hissettiğim bu şey sayesinde ben kendimi gördüm. Belki ilk ve son defa kendimi kendi gözlerimle gördüm. İyi ki tanıdım seni. İyi ki arkadaşım oldun. Ve ben, içimdeki ben'e ayna tutan bu adamı iyi ki sevdim. Böyle bir adamı sevdiğim için kendimi şanslı ve gururlu hissettiğim bile oldu. Beni anlayacağından eminim. Yani bu yazdıklarım, bahsettiklerim, hepsi sana dair, hepsi sana çıkan uzunca bir yol. Daha açık anlatabilmenin başka bir yolunu bulamadım. Bunu böyle kabul et lütfen.
Sevgiyle,



15.12.15


kadınların evlerinde, her şeyden sakındıkları ama sonra bir anda kapılarını sonuna dek açtıkları odalarındayım. tavanlarındaki avizelerin ışığında pervaneyim. sessizim, duvara vuran gölgemi görmeseler, farkına bile varmayacaklar varlığımın. zararsızım ışıkları söndürene dek elleri, örtülene dek perdeleri. yanlarına uzanan adamların boynundayım. bazen enselerinde ufak bir ısırığım. yalvarır bakışlarındayım kadınların. yastığa gömdükleri yüzlerinde, tedirgin ve keyifsizce hareket ettirdikleri ayaklarının uçlarındayım. pır pır eden yüreklerinin üstünde kanat çırpan bir sineğim. başlarına kadar çektikleri örtülerin arasındayım. kulaklarının, saçlarının peşinde uçuşmaktayım. bir yol arar gibi, bir yol bulur gibi. bile bile ölüme gitmek gibi. sonra gündüzlerindeyim, ılık suyun altında düşlediklerindeyim. fayans aralarına baka baka düşündüklerindeyim. ıslak ayaklarıyla bastıkları tahtaların arasındayım. her bir adımda 'o burada, işte burada' diye çırpınıyor kanatlarım. sussuzum. asırlardır ait olduğu toprağını arayan bir taş parçası kadar suskunum. duymuyor hiçbiri. görmüyor. ve hiçbiri hiçbir şey bilmiyor. onlarla birlikte yürüyorum, banyodan odaya, odadan mutfağa, mutfaktan sokak kapısına kadar. peşlerindeyim ama farkında değil hiçbiri. tek işaret, gittikçe artan bir vızıltı kulaklarında. yalnız başlarına olduklarından adları gibi eminler. ama öyle değil. içimde gittikçe büyüyen bir şiddetle oradayım. canlarını acıtacak, canlarını yakacak, canlarını sonsuza dek yaralayacak son bir hareketi davranmaktayım. oradayım. onların görmediği, farkına bile varmadığı bir anda, yanıbaşlarında uçuşmaktayım. saydam, kara kanatlarımla belki de son savaşımı vermekteyim. mücadelemin arifesindeyim. biraz daha sabredersem, zafer dedikleri benim olacak.
yalnızca benim.

https://www.youtube.com/watch?v=gQEyezu7G20


bazı soruları kendi kendime sorarak, yanıtı bulamayacağımı farkettim. ki çoğu kez aynı reaksiyonu göstersem de, moleküllerim doğuştan şüpheye meyilli. hala başka ihtimaller olabileceğine dair kuru bir inanç yer tutuyor içimde. yeşermesi için suya ihtiyacı var da, su verecek bir el yok. ya da zaten su bile yok. kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda dünyanın dönüyor olduğuna dair bir ipucu bulacağımı sanmam kadar aptalca bu yaptığım da; aynanın karşısına geçip, "seni tanıyorum" demek. otuzuna geldiğinde bile kendine ihanet edebiliyor insan. değişeceğini/dönüşeceğini sanıp, kafkalığa özeniyor. hipermetropinin tutsağı olacağım aklıma gelseydi, gözlerime iyi davranırdım. böyle böyle yanılıyor işte insan. yanılgılardan tesadüflere yol yapıyor. sanılarıyla kirleniyor esasen biraz. gerçeği sanılardan ayıklamak, arthur'un excalibur'u çekip çıkarmasından daha zor. niyetim bir arthur olmak değil zaten, "kendim" olayım, bana yeter. gezegende hala bir kütlem olduğuna göre, eldeki umudu eksiltmemek de bir yöntem olabilir bunun için. dünyaya çırılçıplak geldiğim ve öylece de kaldığım için binlerce kez şükür. aslında değişmeyen tek şey, değişmediğimi söyleyiş biçimim. yoksa otuz yıldır çıplaklığımızı örtmek için üstümüze almadığımız şey kalmadı. (beni giysiler değil, sözler ve davranışlar korudu güneş yanığından) başıma ne bok geldiyse de, olduğum gibi olmaktan geldi zira. başka türlü gibi, başka biri gibi davranmamak tüketti soyumu. bir sürüngenin tek hücreli canlıya dönüşümüdür bu hikaye. saçını sağa ya da sola ayırsan da fark etmiyor çünkü o saç hep bir tokayla tutturuluyor. ve o gözler hep bir çift mercek ardında karartma günleri yaşıyor. sonra asidi yüksek şekerli bir içeceği yudumlarken, küfrediyor içindeki buluğ çağı. kadınlar kapı önlerinde terliklerini bırakıp gidiyor, bense kaç çift naylon çorabın "darısı başına"larıyla yağmalandığımı sayıyorum. üstüme güldürüyorum ve zehri ruhuma zerk ediyorum. bunu kendime kendim yapıyorum. unutuyorum, saymayı bırakıyorum. lanet olsun, kendime söz bile veriyorum! "bu sefer" diye başlayan cümleler kuruyorum. bu sefer de olmuyor maalesef. en iyisi kalemi bırakmak, kağıdı yırtmak. histerilerim hep nevi şahsına münhasır.
bazı şeyler gelip geçici ama insanın içindeki, varlığından emin olduğu o şey hep kalıcı. ona inandıkça, zincirlerle sana bağlı. bu da böyle bir şey işte. başlangıçsız ve sonuçsuz. otoban kahpesi. doğduğunda tanrının sana bahşettiği yaka iğnesi. bazı şeyler gelip geçici evet, ama bazı şeyler, yüzsüz ve davetsiz bir misafir gibi, sanırım sonsuza dek kalıcı.


yeni bir yol buldum. içinde bulunduğum bir konuma, şahit olduğum bir olaya, işittiğim bir söze ya da sahip olduğum bir duyguya 'yetemediğimde', bunlarla başedemediğimde sahile iniyor, bisiklet sürüyorum. bakıyorum ki pek çok insan da benim gibi; ya yürüyor ya koşuyor ya da bisiklet sürüyor. hepsinin kafasının içinde belki benimkilere benzeyen belki hiç benzemeyen düşünceler. birçoğuyla gözgöze geliyoruz, sanki orada bulunuş sebeplerimizi anlar ve ortak bir sırrı paylaşır gibi bakışıyoruz. "seni anlıyorum koşan adam", "bu düşünceni destekliyorum yürüyen teyze", "bu konuda sana hak veriyorum bisikletli genç" gibi cümleler kuruyorum içimden. kendi kendime oynadığım bir oyuna döndü bu. temiz hava ciğerleri açtığı gibi kafayı da açıyor ziyadesiyle. kulağımdaki müziğe ayak uydurarak -pedal mı demeliydim- hibernate moduna alıyorum kendimi iki saat. modern zamanlar insanını da kendi başının çaresine bakmaya zorluyor bazen. ne diyeyim. herşeyin hayırlısı.

10.12.15

"sana söyleyemediklerimi karıncalara söyleyeceğim" diyordu sevgi soysal. ben onlara bile söyleyemedim.

bir güvercini ezmek üzereydi bir taksi. ömrünü uçmaya adayan bir kuşun, ömrünü gökyüzünde değil de kirli bir betonda kaybetmesi ne ironik, nasıl hazin. oysa ezilmek karıncanın hakkı. o küçük, kara gövdesini toprağa sürte sürte kaç gün ya da kaç saat hayatta kalabildiğini ve bunu yaparken esasen aklından bunu hiç geçirmediğini çünkü bambaşka şeylerin telaşında sürünüp gittiğini düşünmekteydim konik bir karınca yuvasının üzerine bastığımda. öldürdüklerim değil, söyleyemediklerimdi pişman ve perişan eden beni.

sonra karınca metaforuna tutunup bir öykü çizmeye başladım kendime. çerçevesi bir güvercinin yolunmuş kanatlarıydı. ama ben bir hayvansever olarak yapay tüy kullandığımı söyledim size. siz de zaten buna inanmak istediniz. bu yüzden çerçevenin hep dışına taştınız. sizi bu kalın ve keskin çizgilerle çevrilmiş öykünün içine katmayışım da bundandı, karıncaların yuvalarına eğilip sizi aslında nasıl sevdiğimi söylemeyişim de bundan. her birinizin bir ismi, kafamın karanlık odalarında mandallarla tutturulmuş renkli fotoğrafları vardı. ama bütün çekmecelerimde battal boy çöp torbaları da... eninde sonunda her şey ait olduğu yere varıyor. yol uzun. ve ben de biraz sabırsız. bir bardak çay içmek için mola verdiğim tüm tesisleri evim sanmam da bu yüzden.

"bozkır" diyordu sevgi soysal. "senden, benden yalnız". oysa yaşam dolu. -ya karıncalar?