11.9.11

İçimde eskiyen bir şey var. Bir organ ya da belki bir his. Ne olduğunu tam bilmediğim bir şey. Ama hissediyorum varlığını. Bir şeyler eskimekte şu anda içimde. Önceleri ne idi, şimdi neye dönüştü hiç bilmediğim.

Yazılı olmayan kurallar var. İçime konuşan ağızlar. Karıncalar gibi hızlı ve telaşlı içimden taşınanlar. Eskiyen ve kendini asla yenilemeyen. Kâbuslarımda sıkışıp kaldığım asansör kabinleri gibi kendini tekrar eden. Sonunu bildiğim ama hep aynı derecede ürktüğüm. İnmek istediğim katta asla durmayan asansörler. Bulutlara dek tırmanmaya devam eden…

Ve tam sıkışıp ölmek üzereyken kapısını kırıp çıktığım… Gömülmek istemeyen bir ceset gibi, sonunu kabullenmeyen…

İçimde eskiyen bir şey var. Büyük ihtimalle bir organ. Sağlığını bir daha kazanmamak üzere kaybediyor şimdi o. Sanki ayakta durmamı sağlayan her şey ona bağlı. Yerimde saydıkça biriken şeyler; asla azalmayan, asla azalmayacak olan…

Kaburgalarım acıyor. Bir tarafım başka bir bedene aitmiş, ödünç alınmış gibi. Ve konuşarak büyütülmeyen çiçekler gibi sevilmeden büyüyen çocuklar… Kaderleri nasıl da benzer birbirlerine… Oyunlar oynamadığın sokak kedileri gibi yalnız ve aç. Sen her gün aynı kapıların önünden geç dur. Yolda hep aynı yüzlerle karşılaşsan bile değişmeyecek tek şey: içinde bir şeylerin eskidiğine dair bir his… Sen hissetmeye devam ettikçe -ve tabii kapılar da aynı- o da eskitmeye devam edecek seni. Yokken bile var gibi davranıyor sana. Varlığından tamamen uzaktayken bile içinde, içinin en derininde, çok çok eski bir şey varmış gibi hissettiren şey; o senin kalemin… Sana bu satırları yazdıran, yalnız ve mutsuz cehennemin… İçinde sadece senin yandığın… O senin kaleminde yaşayan her hece, her harf, bir araya gelen her kelime…

Sana bunları yazdıran, yine bu yazdıkların.

Kalemi ve düşünmeyi bıraktığın gün, seni eskitmeye son verecek olan cümle...

08'11

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder