sonra bi de ilaç sorunsalımız var. ilaç kullanmayı sevmeyen birisiyim. ve sanki bu ilaçlar, ben onlardan iyice soğuyayım ister gibi, nasıl acı nasıl acı nasıl acı. o kadar acı yani. sabah öğle akşam ağzımda acı bi tatla yaşıyorum bir haftadır. meyveli şeker üreten firmaları sponsorum olmaya davet ediyorum çünkü bütün şekerleri ağzıma atarsam belki geçer diye umuyorum ağzımdaki o tat.
bi de bitmeyen bi mide bulantımız var, ona ne demeli? bence git demeli. hatta "oğlum bak git" demeli. süpürgeyle kovalamalı. iyice bi dövmeli.
çeşitli şikayetlerle gittiğim bütün doktorlar "bunların hepsi sinirsel annem, sıkma canını, neye üzülüyorsun bu kadar. cıkcıkcık yapma yavrum, henüz çok gençsin" diyen annelere dönüşüyorlar. her taşın altından sinir uçlarım çıkıyor. kafam kaşınır: egzama, elim ayağım kaşınır: ürtiker, başım ağrır: migren, boynum tutulur: fibromiyalji. e ben çürüğe çıksaymışım olurmuş hani. "bunun bünyede gerilim var, çıplak ayak toprakta gezinsin, geçer" diyecek bi gün bi doktor, ben de o esnada kafamı duvarlara sürte sürte kıvılcım çıkarmakla meşgul olacağım.
dediklerine göre herkesin midesinde varmış bu mikroptan. helikobakter dedikleri şeyden işte. eh, bende de aristokrat hastalığı çıkacak değildi ya. herkeste olan basit, önemsiz, alelade bi şey çıkar anca. cem yılmaz'ın dediği gibi. "böyle yediklerim ağzıma geliyo hep" "hıı evet kaynım da diyo öyle" "ama ben suyu bile hazmedemiyorum" "eveeet, aynı kaynım işte" "sürekli geğiriyorum, midem bulanıyor, kusabilirim" "aa kaynım kustu bile".
bok gibi bi mektup oldu. hatta mektup bile olmadı ama bende durumlar böyle. bu haftasonu doktora gidiyorum tekrar. kim kime nanik çekiyormuş, bi göstereyim ona.
hadi siyuleytır.
midemin temsili resmi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder