9.6.12

yanlış zaman, yanlış yer, yanlış insan


yıllar evvel minibüsle bi arkadaşımın evine giderken, bi duvar yazısı görmüştüm: "sevenim olsaydı, serseri olmazdım". yıllar yılı aklıma geldikçe içime dokunur bu söz. bi ihtimal daha varmış onu yazan için, serseri olmayabilirmiş yani. serseri olmayı o da çok istememiş, ama sevgisizlik onu bu yolu seçmeye zorlamış belli ki. onun da içini acıtmış bu durum. ara sıra düşünürüm bunu. sevilmeyi beklemiş, karşılığını alamamış ve "öyle mi, o zaman ben de serseri olurum" diyen nasıl biri olabilir diye düşünürüm. belki tanışmış olsaydık, sevebilirdik birbirimizi. böylece her ikimiz de sevgisiz kalmamış olurduk. belki de nefret ederdim ondan. neticede o bir serseri adayıymış, benim serserilerle ne işim olur allasen! ben kendi başımı kurtarmaya çalışıyorum zaten bi de onunla mı uğraşıcam?! neyse, hiç yaşanmamış bir şey için sinirlerimi bozmaya gerek yok. sakin.
 
size de oluyor mu bilmem ama bana bazen hiç tanımadığım bir insanla çok iyi anlaşabilirmişim gibi geliyor. hiç tanımadığım bir insan derken, örneğin chris martin'le tanışıyor olsaydık kesin çok iyi anlaşırdık gibi hissediyorum. (chris martin kim diye sorarsanız bknz. coldplay'in solisti) hatta belki gwyneth paltrow'un yerine benimle evlenebilir ve apple bizim çocuğumuzun ismi bile olabilirdi. sen kalk, maltepe-esenkent minibüslerinden buralara kadar gel. büyük başarı. neyse. bi insanı tanıdıkça sevip sevmeyeceğinize karar verirsiniz. belki ilk izleniminiz olumlu olabilir, onu gayet hoş bulabilir ve içinizde ona karşı iyi hisler barındırabilirsiniz. ama nereye kadar? ben genelde yanılmam ama sizi bilemeyeceğim. benim ilk izlenimlerim, kişi hakkında verdiğim hükümleri her zaman geçerli kılmıştır. benim onu sevip sevmeyeceğime ilk karşılaşmadaki tek bir söz bile yeterli olabilir. hatta bazen bir bakış bile. tespitim iyidir, yanılmam yani. en azından bu güne kadar hakkını yediğim ve bu yüzden birisini sevme fırsatını yitirdiğim kimse olmadı. ama işte bu, bundan sonra da böyle olacak manasına gelmiyor. her an yanılabilirim. neticede ben de bir insanım. benim hakkımda da yanılanlar olmuştur muhakkak. bakalım ilk yanılgım kim olacak?

aslında onun ilk yanılgım olmasını istiyorum diyebilirim. yani hakkında olumsuz kanaat getirdiğim kişi için konuşuyorum. benim onu sandığım gibi olmayabilir o. gayet espritüel, mütevazi, ne bileyim işte, gayet düşlediğim biri gibi olabilir. içimde sanki öyleymiş de aslında herkese o yüzünü göstermiyormuş gibi bi his var. o şanslı kişi olabilirsem belki bana gösterir. yani yüzünü. aslında nasıl olduğunu. tıpkı düşünü kurduğum gibi.

ama gördüğüm kadarıyla sinir bozucu ve kendini beğenmiş birisi olmaktan öte değil maalesef. bilerek mi davranıyor böyle, orasını bilmiyorum. belki bu da onun gardını alma biçimidir. insanlarla uzlaşabilmek için önce sakınması gerekiyordur kendini. öyle herkese kolay kolay tesir edemeyecek bir bilgeliği ve güzelliği vardır belki. o da gerçekten kim olduğunu gösterebileceği (buna değer gördüğü) doğru insanı bekliyordur belki. nereden bileyim ben onun niye böyle davrandığını. ben ihtimaller üzerine konuşup çenemi yoruyorum. (ya da parmaklarımı diyelim)

esasen güzel diyebiliriz. güzel bir yüzü, güzel bir gülümseyişi var. dış görünüş aldatıcıdır derler ya, ben ona pek katılmıyorum. bi de insanın içinin güzelliği dışına vururmuş derler. ben bu düsturla yaklaşıyorum insanlara. yüzüne baktığım zaman emin olabiliyorum içindekilerden. güzel bir yüz yetmez tabi ama en azından fikir verebilir. fikrim tecrübeyle sabittir diyeyim o zaman. yüzünde meymenet olmayanların içleri de kötüdür. tiksinirsin bakarken. bi de götü yere yakından korkacaksın. bugüne değin kimden zarar gördümse, hepsi cüceydi çünkü.

ama bu cüce değil. sipariş verilmiş gibi. son seride üretilmiş ve piyasada pek fazla da kalmamış, tükenmek üzere... böylelerini çok sever kadınlar öyle değil mi? her şeyin farkındadır onlar, en ufak bir fırsatı bile kaçırmak istemezler. balıkçıların ağlarına takılan balıklar gibi avlarlar öylelerini. üstelik yemsiz ve zahmetsiz. nasıl kolay oluyor aklım hiç bir zaman almadı bunu. burada devreye 'kader' giriyor işte. alın yazısı dedikleri şey.

siz kaderinizi belki bilemezsiniz ama işlerini yoluna koymak için elinizden geleni yapabilirsiniz. uğruna ter döktüğünüz her şey sizindir esasen. bazı şeyler asla elinizin altında olmayacak olsa da, bu böyledir. ben de bilmiyorum neler olacağını. belki bu böyle sürüp gidecek, en ufak bir ipucu bile vermeden. yaptıklarım ve yapacak olduklarım hem cezam hem mükafatım olacak. yapmadıklarım ise pişmanlığım... öyle birisinin sahibi olmak ister miydim bilmiyorum. çünkü aslında insanların 'esasında' kim olduklarını bilmiyorum. içlerinde neler var, neler taşıyorlar kalplerinde, kimlerin, hangi hikayelerin izleri var. bunlar geçer mi yoksa sonsuza dek kalır mı? birlikte yaşamaya hazır olmadığım duygular ve fikirler var. bu, onlardan herhangi birine sahip mi? demiştim ya, hayatta hiç tanımadığım bazı insanlarla sanki çok iyi anlaşabilecek, çok mutlu olabilecekmişim gibi geliyor bazen bana. o da bunlardan biri. onu hiç tanımıyorum. ismi dışında ona dair bildiğim hiçbir şey yok. bir isim bile zenginleştirebilir insanı. kendimi tahtına oturmuş bir kraliçe gibi hissediyorum. onun ismi, her şeyin başlangıcı...

hayal kurmanın ne kadar güzel, ne kadar güçlendirici bir şey olduğunu söylemiş miydim daha önce? söylemediysem eğer, şimdi söylüyorum. evet, hayal kurmak bana güç veriyor. kaynağını bilmediğim, nereden geldiğini bilmediğim bir güç. bu biraz korkutucu esasen. çünkü ben kendim şahsen, bu gücü, çok içeriden, çok derinden bir yerden alıyor (çalıyor) olabilirim de. ve farkında değilimdir belki şimdi. sonra, canım çok acıdığında, artık verecek bir şey kalmadığında fark edebilirim. nasıl korkuyorum bir bilseniz. düşüncesinden bile korkuyorum. tamamen tükenmekten ve bir daha var olamamaktan. o, bunları bilseydi, bana gülümserdi. o her zamanki alaycı tavrıyla...

yazdıklarım benim en kıymetli varlıklarım. onları hiçbir şeyle kıyaslayamam. onun sahip oldukları benim yazdıklarımın yanında bir hiç benim için. ama yazdıklarımı bir kenara bırakınca, o, her şeyden üstün, her şeyden güçlü ve güzel. o, bir tane. eşi benzeri yokmuş gibi kainatta. ve ben onun yanında, öyle perişan, öyle alelade...

bence hepimizin bir seveni olmalı. hepimizin içinde serseri bir ruh var ya, işte o ruh sevilmeyince sapıtıyor, yoldan çıkıyor. sevmek ve sevilmek en güzel şey. allaam nasıl duygusal bi yazı oldu bu. utanmasam ağliciim şimdi. yok yok şaka. bu sefer o kadar kolay ağlamicam. bu sefer sıkıcam dişimi. ve teslim olmicam. inşalla tutarım verdiğim sözü. hadi bakalım.

anlattıklarımın başlıkla ne alakası var diye merak ediyorsunuz değil mi. yanılıyorsunuz, var işte. benim için var. çünkü benim tüm hayatım bu üçgen üzerine inşa edilmiş. yanlış zamanda, yanlış yerde, yanlış insanlarla geçen yirmi yedi yıllık bir yaşam. ha, belki doğrusu budur dediğinizi de duyar gibiyim. evet, belki de benim yanlış sandığım aslında olabilecek en doğrudur. yaşadıklarımdan başka, düşlediklerimin birebir aynısı olan her şey tamamen yanlış olabilir. hayal kurmak güzel de, bi de böyle kötü bi yanı var. hayal kırıklığı... biliyorum, evrene olumsuz enerji (!) göndersem de biliyorum, yine hayal kırıklığı yaşayacağım. bunu yaşamadan yaşıyorum. beni böyle biliniz. beni böyle, hayalleriyle ve hayallerinden arta kalan kırıklarla var olan biri olarak biliniz.

yanlış zaman, yanlış yer ve yanlış insan. hayat bu üçlüden ibaret. diğer her şey figüran.

http://www.youtube.com/watch?v=IUAF3abGY2M&feature=related

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder