galaksinin, güneş sisteminin en düzgün türkçesini konuşan uzaylıyım ben. peki sen kimsin? çeyreğin çeyreği yüzyıldır tanıyorum seni ama bulamadım kim olduğunu. gözüm bi yerden ısırıyo ama dur, çıkarıcam birazdan.
kadın, sen mahluksun bir çeşit. aklım almaz senin gibileri benim. bana mevcudiyetiyle fazla geliyor senin kusurlu bedenin. arrivederci sana güzel gözlü bebek. yine böyle bak. hep böyle bak...
uzun zaman oldu. uzun uzun kış bulutları geçti üzerimizden. bir şiir tadı alıyor sanki bu uzaylı. eskiden en çok sevdiğim, şimdi duymaya tahammül edemediğim...
ne zaman büyüdün, ne zaman yürüdün o yolları. ha, o yollar ki ben hiç bilmem onları... tanışmadığın, görmediğin, duymadığın kalmamış sahiden. eskiden de böyle miydin sen? yavrularını ağzıyla besleyen kuşlar gibi ellerimle besledim seni ben. bu muydu karşılığı? (arabeskin gözünü seveyim. iyi ki var.)
ve kadın yalan söyledi!
ilk neydi sözleri ve ilk kimdi karşısındaki? seni karşılıksız sevenlere bakıyorum da, kendimi onlar arasında bir yaban, bir yabancı gibi hissediyorum. uzaylıyım ben, uzaylı! bana senin etrafındaki herşey yabancı.
çölde yuva yapan dişi yılan. çıngırağı bir o yana, bir bu yana oynuyor. üzerine bir yırtıcının gölgesi düşüyor. dişlerinde taze kan izleri... az ileride, karnı parçalanmış bir zebra yatıyor yerde. dengesi bu olmak zorundaysa yaşamın, ben oynamıyorum bu oyunu. birşeyleri yok etmekten geçiyorsa yolu hayatta kalmanın, mezarımı kazın, içine girip uyumak istiyorum. ne oraya ne de buraya ait değil benim kimliğim. köklerim var ama bağlı değil bir yerlere. kucağımda taşıyorum onları; varolduğum günden beri göçebe. çürüyene dek, çürüyüp yok olana dek... sanki hiç gelmemişcesine buralara...
ah arkadaşım, beni anlasaydın ne iyi olurdu... hem boşa geçmezdi zaman ve ben de üzülmezdim böylesine. biliyorum doymuyorsun. bense tek bir cümleye, bazen bir kelimeye takılıp kalıyorum. uzun uzun düşünüyorum sözlerin ve sözcüklerin ardından. ilerleyemiyorum işte bu yüzden; daha başka neler anlattığını duyabilmem imkansız... seninle değil de, bir başkasıyla ya da başkalarıyla uğraşsaydım bu kadar, seni değil de onları anlayabilmek, kendimi onlara anlatabilmek için çaba harcasaydım bu kadar, bu sefer başarılı olur muydum sence? değer miydi yaptıklarıma, anlaşabilmek bu kadar mühim olur muydu benim için? bu kadar önemser miydim sahiden anlatmayı? ama arkadaşım, böyle yazıldı hikaye. hiçbir şey filmlerdeki gibi değil. her şey olabildiğince gerçek ve can acıtıcı. senin de canın acıdı mı? benim acım dinmek bilmiyor. bitmek bilmiyor lanet olsun ki. ve hepsi kendi suçum, bunların hepsi senin, sizin, onların suçu. bir araya geldiğimiz gün fark etmiş olmalıydım bunu. bu karşılaşmanın bir hata olduğunu ve beni çok kısa bir zaman içinde yürüyen bir cesede çevireceğini. ama oldu. her şey gerçekleşti. öldüm. içimde yaşayan bir ruh varken öldürüldüm. bunu istemiyordum ama direnemedim, karşı koyamadım bana yaptıklarınıza. şimdi soruyorsun, ne olduğunu. neden sessiz durduğumu. sokak kedilerini önüme alıp konuşuyorum. bir süre sonra bitiyor anlatacaklarım. beni, seni, sizi anlatıyorum onlara. burunlarını avuçlarıma sürte sürte dolanıyorlar etrafımda. biliyordum diyorum, beni can-ı gönülden anlayacağınızı biliyordum. sonra kendimi odalara kapatıyorum. günlerce çıkmak bilmiyorum, ışık yüzü görmeden. beni bırakın diyorum her çalana kapımı. beni kendi halime bırakın, beni kendime bırakın. yalan söyleyen ben değilim, sizsiniz yalan üstüne yalan anlatan, yalan konuşan. yüzüme bakıp, arkamdan bir şeyler karıştıran. sizsiniz, sizin tutarsızlığınız bu beni duvarların arasına hapseden. yaşama, yaşamaya, ona buna şuna küstüren. bunu yapmaya da öyle hevesliyim ki esasen.
kadın, sen nasıl bir mahluksun, anlamadım ki ben. çözemedim ki düğümlerini hiç, bu olmaz olası pamuk ipliğine bağlı hayatın. sen lunaparkların atlı karıncası, çarpışan arabası, eteğinin uçlarına tutunanların paslı demir kokusu, kadın... oldum olası buydun, busun ve bu kalacaksın. ben seni dinlediğimi söylüyorum ya, inanma buna. oyunlar oynuyorum say. hatta sayma, öyle bil. seni nasıl kandırdığımı, bana nasıl aldandığını bil. bunu içinde, çok içinde hisset hatta. bunu o kadar içinde hisset ki, kaybolsun orada ve bir daha çıkmasın içinden asla. hep bununla yaşamak zorunda ol. ve öyle de öl. toprağın altına indirdiğinde seni kollar ve birkaç parça tahtayla kapattıklarında seni sardıkları örtünün üstünü, sonra yavaş yavaş ama malum, en bilindik haliyle atmaya başladıkları zaman koyu kahverengi toprağı üzerine, o zaman dahi hisset. öyle bir şart altında dahi hisset. seni ve elbette ki diğerlerini nasıl kandırdığımı. hiçbir maskeye ihtiyaç duymadan nasıl da başardığımı yüzüme o ifadeleri takınmayı. benim aslında ben olmadığımı anlamanız böyle olacak işte. bu galaksideki, bu güneş sistemindeki en son gününüzde -ki gün kavramıyla açıklanabilir mi bu emin değilim- son anınızda, son deminizde diyelim, beni tanımadığınızı, onca zaman yanınızda, yaşamlarınızda yer alan birisinin aslında bildiğiniz gibi olmadığını, 'o' olmadığımı anlayacaksınız. ve bu perişanlık, bu öldüresiye şaşkınlık ve yanılgıyla çekip gideceksiniz. terk ettiğiniz ben'in ne olduğunu, zaman kavramının hiçbir birimle açıklayamayacağı kadar kısa bir diliminde, kısacık bir lahzasında öğreneceksiniz. pişmanlığınız kemiklerinize tutunarak gidecek buradan. acımasızlığı kanınızın akışında hissedeceksiniz öyle sıcak, öyle hızlı. ne olduğunu anlayamayacaksınız bile. kısacık bir an, bir gözün açılıp kapanma anı kadar kısa bir an... ya da öyle bile değil, daha da kısa...
burada, kalmak üzerine, yorulmak üzerine, yola çıkmak, yollarda yürümek üzerine, sizler üzerine, ruhumda açtığınız izler üzerine, düştüğüm boşluklar ve dolduramadıklarım, yerine koyamadıklarım, yer bulamadıklarım üzerine, bir yerlere, bir şeylere sığınmak, kaçmak, tutunmak üzerine, kaçmak, göçmek, evsiz yurtsuz köksüz olmak üzerine, ancak bunların hiçbirisini yapmayıp, kısmen yapamayıp, böylece kalmak ve satırlar dolusu cümleler kurmak üzerine, düşündüklerim, söylediklerim, gerçeklerim, gerçekleşmesini düşlediklerim üzerine, üzerine düştüklerim üzerine daha fazla yazmayacağım. beni böyle bilin, bilin ki, aslında böyle olmayayım. asla böyle olmayacağım.
yazdıklarımdan 'var'ım. yazmazsam 'yok'...
http://www.youtube.com/watch?v=WywIFyWyPTI&feature=branded
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder