11.4.13


bazen acılar değil de, acıtanlar düşündürtüyor. uzun bir süre önüme düşen her boşluğa baktırıyor. beyaz, boz duvarlara dalıyoruz, dalıp gidiyoruz boya fırçalarının duvarlarda bıraktığı izlere. bazen biraz kendimize kızıyoruz, yüksek sesle tartışıyoruz. hatta bağırıyoruz birbirimize, tartışmak değil bu. küfrediyoruz. bazen yüzümüze, bazen birbirimizin arkasından. uzun uzun söyleniyoruz. uzun uzun konuşturuyor bizi bu acı dediklerimiz. sonra susup pusuyoruz. yelkenlerini indiriyor kaptanları gemilerimizin. sakin sulara yanaşıyoruz. kimsesiz limanlara sığınıyoruz. güvertesi acılarla dolu gemilerimiz ve biz... yalnız kalıyoruz biraz. yalnız bırakılıyoruz çokça. acı olan yaşadıklarımız değil, yaşayamadıklarımız kisvesi altında bize zulmedenler. içinde sıkışıp kaldığımız o 'keşke'ler, 'oysa'lar... sırtımızı kamburlaştıran, 'yük' bellediğimiz, gittiğimiz her yere götürdüğümüz, sürüklediğimiz şeyler... galiba asla kurtulamayacağım onlardan. belki de sırf böyle düşündüğüm için benimle beraber geliyorlar. sırf 'onlar' dediğim için. kabul ettiğim ve hep boş bir kontenjan bıraktığım için. saygı duyduğum için. acılarıma saygıda kusur etmediğim için. tek bir tanesinin bile yeri olmamalıyken hayatımda.
 
kabuğuna sığınan salyangozlar gibi dönüyorum içime. konuşmuyorum da sanki çığlık çığlığayım. yalnızca kendimi duyduğum bir gürültünün ortasındayım. duvar diplerinde sırılsıklamım, var gücümle tutunmaya çalışıyorum yıkılmaz bildiğim her dayanağa. benden güçlü her şeye bu yüzden süresiz saygı duruşundayım. eğilip bozulmaktayım. birilerinin ellerinin altındayım; ufacık bir hareket bile yeterli olacak canımı almaya.
 
kadınların evlerinde, her şeyden sakındıkları ama sonra bir anda kapılarını sonuna dek açtıkları odalarındayım. tavanlarındaki avizelerin ışığında pervaneyim. sessizim, duvara vuran gölgemi görmeseler, farkına bile varmayacaklar varlığımın. zararsızım ışıkları söndürene dek elleri, örtülene dek perdeleri... yanlarına uzanan adamların boynundayım, bazen enselerinde ufak bir ısırığım. yalvarır bakışlarındayım kadınların. yastığa gömdükleri yüzlerinde, tedirgin ve keyifsizce hareket ettirdikleri ayaklarının uçlarındayım. pır pır eden yüreklerinin üstünde kanat çırpan bir sivrisineğim. başlarına kadar çektikleri battaniyelerin, örtülerin arasındayım. kulaklarının, saçlarının peşinde uçuşmaktayım. bir yol arar gibi, bir yol bulur gibi... bile bile ölüme gitmek gibi. sonra gündüzlerindeyim, ılık suyun altında düşlediklerindeyim. fayans aralarına baka baka düşündüklerindeyim. ıslak ayaklarıyla bastıkları tahtaların arasındayım. her bir adımda 'o burada, işte burada' diye çırpınıyor kanatlarım. sussuzum. asırlardır ait olduğu toprağını arayan bir taş parçası kadar suskunum. duymuyor hiçbiri. görmüyor. ve hiçbiri hiçbir şey bilmiyor. onlarla birlikte yürüyorum, banyodan odaya, odadan mutfağa, mutfaktan sokak kapısına kadar. peşlerindeyim ama farkında değil hiçbiri. tek işaret, gittikçe artan bir vızıltı kulaklarında. yalnız başlarına olduklarından adları gibi eminler. ama öyle değil. içimde gittikçe büyüyen bir şiddetle oradayım. canlarını acıtacak, canlarını yakacak, canlarını sonsuza dek yaralayacak son bir hareketi davranmaktayım. oradayım. onların görmediği, farkına bile varmadığı bir anda, yanıbaşlarında uçuşmaktayım. saydam, kara kanatlarımla belki de son savaşımı vermekteyim. mücadelemin arifesindeyim. biraz daha sabredersem, zafer dedikleri benim olacak.

yalnızca benim.


1 yorum:

  1. Murat Uyurkulak Har kitabında der ki : İnsanın ruhuna erişeceksen deliğinden değil yarasından gireceksin

    YanıtlaSil