Temmuz'09
Sen sabah uyandığında neyi düşünürsün ilk önce? Saatin kaç olduğunu mu? Neden yatıp uyumak varken, kalkıp işe gittiğini mi? Ya da neden uyanmakta her sabah isteksiz ve başarısız olduğunu mu? Yüzünü yıkamaya giderken ayağına dolanan kedin bile senden önce kalkmış yine. Her sabah o karşılıyor seni zaten. Çayın suyunu da koyabilse keşke...
Yüzünü yıkayıp aynaya bakınca ne hissediyorsun? Ya da ne düşünüyorsun kendinle sabah sabah karşılaşınca? Akşam eve geldiğinde seni aynı yerde karşılayan yüz bu mu değil mi? Akşama kadar ne kadar değişebilir bir insanın hali? Her gün okumaktan bıktın mı kendine söylemeye üşendiklerini? Keşke konuşabilseydi şu kedi...
Çayı boşver en iyisi. Giyinip çık sen. Yola ne kadar erken çıkarsan, o kadar az rastlaşırsın senin gibi bakan diğer gözlerle... Trafiğin iyice yoğunlaşıp durma noktasına geldiği yerde, hayali kanatlarınla havalan, uzaklaş uzaklaşabildiğin kadar aralarından... Yüksel yükselebildiğin kadar... Kimsenin korna çalmayacağı ya da camdan çıkardığı elini sallamayacağı kadar yukarıya hem de... Sonra can sıkıcı bir plazanın otoparkına düş, nefes nefese yetiş asansöre... Senin saatin geriyi göstersin hep. Ve sen hep geç kal.
Aynı bilgisayarın aynı tuşuna aynı isteksizlikle kaçıncı kez basıyorsun? Kaçıncı kez bakıyorsun ekranın karanlığındaki keyifsiz yüze. Ve kaçıncı kez düşünüyorsundur kim bilir, 'şimdi uyumak vardı' diye. Ya da 'neden buradayım ki' diye... İşini seviyor musun? Eğer seviyorsan, mutlusundur inan bana. Düşün ki her gün, hem de sana göre çok erken bir saatte kalkıp, onca arabanın arasında 'dur-kalk' savaşıyla geçen bir yolculuktan sonra ve çoğunlukla geç kaldığın -o asansöre boşken binmedin hiç değil mi- bir işe gitmek zorunda olsaydın ve o işten basbayağı nefret ediyor olsaydın, sabah uyandığında neyi düşünürdün ilk önce? Önündeki klavye sana neyi hatırlatıyor? Gizlice girmeye çalıştığın chat odalarını mı yoksa ay sonunda kapattığın hesapların tutarlarını mı? Hatırladıkların seni her zaman gülümsetecek diye bir kuralı yok hayatın. Ya da en azından oyunu o kurallara göre oynamıyor seninle... Uzun süre okullarda okutup, çeşitli sınavlarda kanter içinde bırakana dek sorular çözdürüp -bir kadın bile o kadar terletmemişken seni- sonra eline diplomanı verip gazete sayfalarına, internet kafelere ve hatta yolda karşına çıkan iş ilanlarına mahkum ediyor seni. Sonra pek çok kadınla tokalaştırıyor ama en sonunda kravatlı bir adamın terli elini sıkmaya razı ediyor. Eve ayda bir uğrayan faturaları ödemek ve başkasına ait bir evde oturduğunu her ay sonu hatırlatan bir ev sahibiyle 'havadan sudan' sohbet etmek zorunda olmak da cabası...
Ne kadar itici geldi şimdi kulağına değil mi? Bu yüzden umarım işini seviyorsundur sen. Bütün anlattıklarıma rağmen, sevdiğin bir işe gidip geliyorsundur her gün. Bazen bunun çekilmez olduğunu düşünsen de, sevdiğin işi yapıyor olmak yok edecektir bütün yorgunluğunu... Tabii sevdiğin işi yapmak ile yaptığın işi sevmek zorunda olmak arasındaki uçuruma düşmemişsindir umarım şimdiye kadar. Yoksa kedine yeni bir yuva aramaya başlayacağım...
Akşam eve dönüp kapıyı açtığında, içerideki karanlık, cılız miyavlamalar eşliğinde karşılayacak seni. Odana gideceksin bezgin, terliklerini sürükleyerek parke zeminde... Yatağına uzanmış, gözleri parlayan kedini bulacaksın karşında. Başkasını değil... Karnında gurultularla işeyeceksin tuvalette uzun uzun. 'İçini suyla doldurup uzanacağın bir küvetim bile yok' diyeceksin kendi kendine. Biliyorum o küvet olsaydı bile içini suyla doldurup uzanmayacaktın. Buzdolabını açacaksın sonra. Ne bekleyebilirsin ki yüzüne vuran aydınlık boşluktan başka? Sabah demlemediğin çay gibi yine vazgeçeceksin ocağı yakmaktan. En yakın pizzacı halleder yemeği bu akşam da. Pizzacıya kazandırdığın paraları düşünme sen. Hamurun ince mi olsun kalın mı ona karar ver... Televizyonda ne var bu akşam? İzlediklerin ne kadar mutlu edecek ki zaten seni -ne zamana kadar mutlu kalabilirsin ki? Hatta belki mutsuz bile ederler ya, bırak kumandayı koltuğa işte. Saate bak, on üç saattir uyanıksın sen. Yorgun, keyifsiz ve galiba çok da mutsuz... Eve döndüğünde bile 'böyle olmasaydı keşke' gibi düşüncelerle geçirdiğin onlarca dakika var. Nasıl olsaydı mutluluk duyardın yaşadığın andan? Bu evde değil başka bir yerde olman ya da bu evdeyken 'böyle' olmaman mutlu eder miydi seni? Belki bunların cevabını biliyor olsaydın, bu bile yeterdi seni mutlu etmeye...
Ve mutlulukla uyuduğun bir gecenin ardından, sabah yine aynı dozda bir mutlulukla uyandığında, neyi düşünürdün ilk önce?
Umarım bu yazıyı okuyan herkes, bu sabah mutlulukla uyanmıştır.
tam olarak ne yazacağımı bilemedim şu an ama bu yazıyı çok sevdim. öyle böyle değil.
YanıtlaSil