2.9.13

i am jack's smirking revenge

sıkılıyorum. ya tatil hiç olmasın ya da her gün tatil olsun. tatil sonrası bağlantı problemi yaşıyorum. kimseye, hiçbir şeye bağlanamıyorum. siz konuşadurun, ben sizi dinlemiyorum.

yiyorum. kendime hiç sınır koymadan her şeyi yiyorum. inanılmaz derecede şişiyorum. dev bir fil gibiyim. yakında doğal ortamıma salacaklar beni. bekliyorum.

giyinmiyorum. çıplak ayaklarla yürümeyi seviyorum. üstümdekileri çıkarıp atmak istiyorum. bütünüyle çırılçıplaklık. ve böylece kazanan özgürlük.

evden dışarı adım atmak istemiyorum. eğer gerekecekse, güneşli günlerde deniz kenarlarına, yağmur yağarken ise caddelere ineyim. cebimde bol param, içimde ise bitmek bilmez bir mutluluk duygusu olsun. keyif içinde etrafımda olup bitenlere, geçip gidenlere bakayım. yüzüm gülsün, acım dinsin.

sonra sussun. kulaklarımın içinde bağıran bütün sesler sussun. karnım doysun. bir gün bir şekilde açlığım dinsin. herkes kendi evine dönsün. herkes ait olduğu yere.

tüy gibi hafif ve sıradan olmayı çok isterdi bu beden. ve bu ruh, bütün düşünceleri tek bir yargıda birleştiren bir kendinibilirlikle sonsuza dek dengede durmayı...

bu beden çok ama çok fazla. hem ağır hem kaba. öyle eğri büğrü, öyle biçimsiz. bu beden varolmayı kanıksıyor. bu beden varlığını yadırgıyor.

böyle hallerdeyim bu günlerde. adı bile yok anlatmak istediğimin. isimsiz, kimliksiz bir duygu bu. daha önce kimseye ait olmamış gibi sahipsiz ve yabani. içinden çıkmak istemiyorum öyle çabuk. burada, bu halde kalayım, kapılarımı kapayayım, pencere önlerinde oturayım. aydınlık gündüzlerde ilkbahar bulutları geçsin gökyüzünden. havalar geç kararsın, yürüyüşlere gidelim. aslında istediklerimiz hep aynı. ama ben aynı değilim, eşsizim. bir ben varım, bir de yine ben. bunu benim kadar hisseden yalnız ben...

eve vardığımda anlamsız bir rahatlama duyuyorum. prangalarından kurtulmuş mahkumlar gibi terk ediyorum geride bıraktığımı. yığınlarım... içime sığan-sığmayan, birikmişlerim... gitmek istiyorum, kaçmak istiyorum, bu böyle olmasın istiyorum. değişmekten korkan ben değilim, içimdeki pisliklerim. bugüne değin temizlenmemiş, birer tortu gibi en derin köşelerde kalmış lekelerim... yoruluyorum. bunun neden olduğunu biliyorum. aslında bir yatağa uzanıp ölmeyi beklemek kadar basit yapmak istediğim. bir gün, aniden değil, uzun bir müddet düşünüp karara vardıktan sonra, istekle ve heyecanla ölmeye yatmak kadar basit... ben ölmeyi beklerken, bir türlü ölememek kadar acı verici aynı zamanda. sonra benzer yataklarda yatıp, ölmemeyi uman, hayal eden, dileyen bedenler kadar haksızca... çünkü bir odada sen, sapasağlam sağlıklıyken, diğer tarafta o kaybettiği, yitirdiği kendisine, bedenine, benliğine ait ne varsa onun geri gelmesini dileyerek bekliyor ölümü. öyle çok istiyor ki ölmemeyi, öyle çok hayal ediyor ki yaşamının eski günlerdeki gibi sapasağlam devam etmesini. sonra bir de öldürülenler var. bir cinayetin maktulü olanlar. işte bunlar haketmeyenler ölümü. bunlar yaşamaya devam etseler, bir daha asla ölümü anmayacak olanlar... bir de ben varım bütün bunların arasında. her şeyin bahşedildiği ama hiçbirinin kıymetinin bilinmediği bir can... sonra anlamsız bir pişmanlık duygusu. herşeyin ama herşeyin artık çok geç olması...

dile getirilmeyenler, söylenenlerden daha çok yakıyor canımı. onlar öyle göz süzüşlerinde, gözlerinin içindeki hırsla paramparça edişlerinde, bir kere daha öldürüyorlar içimdeki iyi niyeti. sonra bende olup biten herşey kötü...

bunun bir tadı olduğunu sanıyorum. neye benzerdi acaba. konuştukça yakan, sustukça köpüren. sıcak. iyi günlerin ise tadı yok. unutmuş olduğum için değil, anımsayamayacağım kadar uzakta kaldıkları için. yoksa hep aklımın bir köşesindeler. ve 'şimdi'yle kıyastalar... insan ne zaman sona erdirir gözyaşı dökmeyi. sorumu düzeltiyorum, insan ne zaman öğrenir, aslında neye üzülmesi gerektiğini. bunlar, bir kabusun provası. kaybedeceğim pek çok şeyin ön hazırlığı. bunu düşünmek istemiyorum ama düşünüyorum. şimdi değil, henüz değil, daha erken. aslında herşeyi daha açık seçik anlatabilsem. sorunların çözümü de öyle kolay olacak...

kaybediyorum. hayır, 'kayd'etmek değil, 'kayb'etmek. zaten azdılar, çoğalmasını bekleyerek büyüdüm. çoğalmadılar. çoğalmadıkları gibi azaldılar da. bana sormadılar. yitip giderken dönüp arkalarına bakmadılar. yapamadım. çoğaltmayı beceremedim. hislerimden haberdar olunsaydı, işe yarar mıydı belki? kanım bile akarken, halime acıyor.

bu bir delinin kalemi. ondan güzel şeyleri yazmasını, şifalı sözcükler kurmasını, yeri geldiğinde şükretmesini bilse de -ki yeri nedir, nasıldır, ne zamandır bilinmez- dualar okumasını, meleklerden, kitaplardan, bir başkasının eliyle yazılmış olanlardan medet ummasını beklemeyin. beklerseniz, hata edersiniz. çünkü ben sizin o aptalca olumlamalarınıza, enerji gönderimlerinize, mesaj yayımlarınıza, iyiyi çağırımlarınıza, çocukluğumuza inişlerinize, her şerden bir hayır çıkartacak kadar kör saflığınıza kafamı sokmak istiyorum. neyse ki kafama da acıyorum bir yandan.

tamam, bitiriyorum. esasen bir boktan da bahsetmiyorum. aynı manaya gelen farklı cümleler, hepsi bu. uğraştığınız onca boş işin arasında bir de bu. yazılanları okumak. aynı fikirde olmalar, hak vermeler, "evet yaa, tabii"ler vs. kısacası, bana hiçbir faydası olmayan şeyler. ve hiçbiri yazdıklarımda aradığım şey değil.

bu bir delinin kalemi.

ondan güzel bir şeyler yazmasını beklemeyin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder