30 Nisan'ı 1 Mayıs'a bağlayan gece;
nasıl anlatabilirim,
björk'ün yıllarca içime işlemiş
ve sanırım kendimle bütünleştirdiğim
"cocoon" şarkısının
bahsi geçen gecede
sihirli bir anıya dönüşeceğini.
ne diyordu björk:
Who would have known
That a boy like him
Would have entered me lightly
Restoring my blisses
Who would have known
That a boy like him
After sharing my core
Would stay going nowhere
Who would have known
A beauty this immense
Who would have known
A saintly trance
Who would have known
Miraculous breath
To inhale a beard
Loaded with courage
Who would have known
That a boy like him
Possessed of magical
Sensitivity
Who would approach a girl like me
Who caresses cradles his head
In her bosom
He slides inside
Half awake, half asleep
We faint back
Into sleephood
When I wake up
The second time
In his arms
Gorgeousness
He's still inside me
Who would have known
Who...
Who would have known
A train of pearls
Cabin by cabin
Is shot precisely
Across an ocean
From a mouth
From a
From the mouth
Of a girl like me
To a boy
To a boy
To a boy
başımı onun zayıf omzuna yasladım. kısacık bir an içinde o da başını bana yasladı. tedirginliğimi ifade edemem. neden böyle yaptığımı ya da neden böyle yaptığını da. onunla ilgili bilmediklerim, bildiklerimden kat kat fazla. hakkımda ne düşündüğünü bilmeyi geçtim, en ufak bir tahminim bile yok. hayatımda bu kadar kayıtsız duran bir adamla karşılaşmadım. ki zaten hayatımda bir adamı bu kadar tanımak istemedim, o da ayrı konu. gece boyu fırsat buldukça -aslında fırsat buldukça demek yanlış, içimden geldikçe demeliyim tam olarak- koluna girdim. ceketinin kumaşını hissedebiliyordum. rengini bile. karanlıktaydık, ama yüzü ışıl ışıldı. yüzüne yakınlaşıp, gece boyunca ısırmaktan ısınmış dudaklarımla onu öpmeliydim. o geceden kalan tek pişmanlığım bu. biliyorum ki, birbirine yaklaşan iki yüz, asla ama asla birbirine değmeden başka yöne çevrilmez. dokunmalıydım. belki yalnızca elimle dokunsam bile olurdu. onu cesaretlendirecek şeyi biliyordum, bilmezlikten geldim. belki kendi uzanıp dokunurdu yanaklarıma ince parmaklarıyla. yumuşak ve sıcak yanaklarımı bir kat daha ısıtırdı belki dokunuşu. dudaklarını bilmek istiyorum. yüzünün tüm çirkinliğini ezberlemek istiyorum. ona baktıkça kendimi çok güzel hissetmek istiyorum. gel gör ki, gözlerine bile bakamıyorum. onunla konuşurken, yere, duvara, önümdeki masaya, bardağa, dans eden insanlara -birbirine sıkıca sarılmış, öpüşen insanlara- bakıyorum. her şeye bakıyorum; bir tek ona bakmıyorum. aptallık sonradan kazanılan bir şey değil, hepsi doğuştan. onu seviyorum, ona dokunmak istiyorum, onunla konuşmak istiyorum, onunla konuşurken onu izlemek istiyorum. belki o da beni izlerken, kendini güzel hisseder. kadın aşık olunca aptallaşıyor, mantığıyla kurduğu bütün yargıları tepetaklak oluyor. bir şarkı dinleyip hüngür hüngür ağlayan kadından ne beklersiniz ki. ben aşığım. ben aşık bir kadınım. ben, karşılığını almayacağım -alamayacağım şeklinde değil- bir durumun vahametini yaşıyorum. ben kendi başıma bir hikaye yazıyorum. onu çok seviyorum ama o kadar, ötesi yok. sevilmemenin sona erip, sevilmenin başladığı bir hayat istiyorum artık. bunu hakettiğime inanıyorum.
aşık bir kadının zırvalamaları bunlar. siz okursunuz, ben yaşarım. o ise... bilmez...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder