21.1.14

çocuk -I-


ben 10 yaşındayım. ablam 15. o gençliğe ilk adımını atıyor, ben hala sokakta top peşinde. düşüyorum, kanıyorum, kafamı elektrik direklerine geçiriyorum, kan damlıyor kaldırımlara, patlayan her lastik topun ardından ağlıyorum. yenisini bir daha alabilmem için dil dökmem gerekecek çünkü. ben yerde 2500 lira (şimdinin 25 kuruşu) bulduğu zaman sevinçten ağlayan bir çocuktum. annemlere sorsanız, çok şükür geçinip gidiyorduk ama yolda bulduğu bozuk parayla hayaller kuran bir çocukları vardı, bilmezlerdi. çocukluğumun çok 'çocukça' olduğunu söyleyemeyeceğim.

babamın kartal slx'i vardı. toplaşıp tuzla'daki kara kuvvetleri kampına giderdik. ben, ablam ve kuzenim bagajda otururduk. ilk başlarda bagajda yolculuk fikri onlara can sıkıcı gelmişti. ama sonra arka tarafta kendime kurduğum saltanatı görüp özenmişlerdi. benimle bagajda yolculuk yapmak için sıraya girer olmuşlardı. ta ki adamın biri gelip arabamıza arkadan çarpana kadar.

korkular çocuk yaşlarda ediniliyor. ya da ileri yaşlarda yaşanılan olaylar, gizli korkularımızı besliyor. sonra bir gün içlerinden biri, size hiçbir şey hissettirmeden hortluyor. geçmişi o an anımsayabilme ihtimali sıfırken, geçip giden bir şey yüzünden hop, nur topu gibi bir korkumuz oluyor.

ben 10 yaşındaydım. ablam 15. daha küçük değildim bisiklet sürmeyi öğrendiğimde. eskişehir'in alçak evleri olan bir mahallesinde, beyaz -pembe harflerle isminin yazdığı- bir bisiklette öğrendim sürmesini. hiç düşmeden -ki bu benim sanırım ilk ve tek başarımdı- yaralanmadan, dizlerim-dirseklerim hiç sıyrılmadan, kanamadan öğrendim bisiklet sürmeyi. çok güzel bir bisikletti o ama elbette benim değildi. annemin doğup büyüdüğü evin önünde öğrendim bisiklet sürmeyi. annemin tıpkı benim gibi koşturduğu, oyunlar oynadığı taşlı-topraklı sokaklarda çevirdim pedalları ilk kez. özgürlük ve buna benzer hislerle uyanışım ilk o zamanlara denk gelir. bir başınalığın verdiği başına buyrukluk sonrası. hava kararıp, bütün çocukların babaları evlerine dönene kadar sokaklarda oynayarak geçirilen günler, aylar, yıllar. babamın kırmızı arabasının sarı ışıklarıyla sokağa girişi. kucağımda hoplattığım yavru kedileri çimenlere bırakışım, bez ayakkabılarla arabaya doğru koşturuşum. bazı sahneler var gözümün önünde, 'var' gibiler hala. öyle diri, öyle canlı ve net. annem var, babam var, babaannem var, ablam var, kuzenler, amcamlar, yengeler, teyzeler var. eskişehir'e giden upuzun bir yol, upuzun vagonlar var. trenin uzaktan gelen düdüğü, yengemin arka bahçeye koşturup, kiraz ağaçlarının arasından bize salladığı beyaz elleri var. çıkmaz sokağın başından sonuna inip çıkılan hafifçe bir yokuş, bisikleti boşa alıp, rüzgarla oyun oynamak var. teyzemlerin balkonundaki sedirde gece uykuları, sahur sofraları var. bir tulumbanın başında geçirilen saatler, çatlayan eller, çamura bulanan ayaklar var.

çocukluğuma dair yazacak milyonlarca şey var. anlamlı-anlamsız. bir daha yaşamak istemeyeceğim ama yaşadığım her anıyla da ölümüne övündüğüm milyonlarca şey... birileri şimdi böyle güzel şeyler söylüyor, kıymet veriyor bunlara.

buraya uzun uzun yazmak istiyorum bazen. ama ofiste iki işin arasında bunu becerebilmem çok zor. benim gibi konsantrasyonu sıfır olan bir insan için, blogger'ı açıp yazmaya başlamak zaten en baştan zor...

ara sıra buraya yazarak ölümsüzleştireceğim onları. yazmasam da ölecekleri yok ama olsun, okuması anımsamasından daha keyifli...

şimdilik böyle.

http://www.youtube.com/watch?v=JrgBn02YERs


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder