10.12.15

"sana söyleyemediklerimi karıncalara söyleyeceğim" diyordu sevgi soysal. ben onlara bile söyleyemedim.

bir güvercini ezmek üzereydi bir taksi. ömrünü uçmaya adayan bir kuşun, ömrünü gökyüzünde değil de kirli bir betonda kaybetmesi ne ironik, nasıl hazin. oysa ezilmek karıncanın hakkı. o küçük, kara gövdesini toprağa sürte sürte kaç gün ya da kaç saat hayatta kalabildiğini ve bunu yaparken esasen aklından bunu hiç geçirmediğini çünkü bambaşka şeylerin telaşında sürünüp gittiğini düşünmekteydim konik bir karınca yuvasının üzerine bastığımda. öldürdüklerim değil, söyleyemediklerimdi pişman ve perişan eden beni.

sonra karınca metaforuna tutunup bir öykü çizmeye başladım kendime. çerçevesi bir güvercinin yolunmuş kanatlarıydı. ama ben bir hayvansever olarak yapay tüy kullandığımı söyledim size. siz de zaten buna inanmak istediniz. bu yüzden çerçevenin hep dışına taştınız. sizi bu kalın ve keskin çizgilerle çevrilmiş öykünün içine katmayışım da bundandı, karıncaların yuvalarına eğilip sizi aslında nasıl sevdiğimi söylemeyişim de bundan. her birinizin bir ismi, kafamın karanlık odalarında mandallarla tutturulmuş renkli fotoğrafları vardı. ama bütün çekmecelerimde battal boy çöp torbaları da... eninde sonunda her şey ait olduğu yere varıyor. yol uzun. ve ben de biraz sabırsız. bir bardak çay içmek için mola verdiğim tüm tesisleri evim sanmam da bu yüzden.

"bozkır" diyordu sevgi soysal. "senden, benden yalnız". oysa yaşam dolu. -ya karıncalar?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder